Makaleler

Sosyal demokrasi ve ilericilik

 

Latin Amerika’nın Güney Koni ülkelerinde (Arjantin, Şili, Uruguay, Paraguay bölgesi; ç.n.) yaşanan siyasi süreçler, bazı analistler tarafından genellikle Avrupa sosyal demokrasilerinin deneyimleri ile aynı çizgide kabul edilmektedir.

Ne var ki bu ülkeler, hükümetlerin küresel kapitalizmin çok özel bir anındaki sözde ilerici özgün süreçlere yanıt vermesi gibi, diğer gerçeklerin anlaşılması ile ilgili olarak, geçmişten gelen fikirlerin kullanımını engelleyen özellikler gösteriyorlar.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Avrupa’nın büyük bölümünde, yirminci yüzyılın ilk onyıllarının sosyal demokratları, hatta Üçüncü Enternasyonal’in devrimcileri tarafından reformistler olarak tanımlananlar için açık bir kırılma anlamına gelen bir model yaygınlaştı. Böylece, bu yeni sosyal demokrat partiler, emek dünyasının temsiliyetini tekeline alanların aracılığıyla büyük sendikaları kontrolleri altına aldılar. İkinci olarak, piyasa ekonomisini şikâyet etmeksizin kabul ettiler ve savaş öncesi toplumda egemenlik için birbirleriyle savaşan sınıfların yararlandığı refah devletine şekil veren burjuvaziyle uzlaştılar. Son olarak, büyük bir taraftar kontrol cihazı, etkin bir sendika ve parti bürokrasisi aracılığıyla, işyerlerindeki sosyal kontrolü sosyal demokrasiye bağımlı kılarak sosyal sözleşmelerle uyumu güvence altına aldılar.

Latin Amerika’da, bu modele en yakın Arjantin’de Peronizm, Brezilya’da Varguizm (ya da Getulizm) oldu, ki bu süreçlerde, Avrupa sosyal demokrasileri gibi sendikalarda örgütlenen işçi sınıfının gücüne sıkıca bağlanmışlar ve aşağıdan gelmekte olan riski hesaba katmaları gereken sendikal ve devlet bürokrasisi için de sendikalar belirli bir manevra marjını ellerinde tutmuşlardı. İşçiler tartışma konusu olmayan haklara sahiptiler ve bunlardan en kısıtlı biçimde yararlanıyorlardı. Bazen onları korumak ya da henüz kabul edilmemiş durumlarda onları elde etmek için mücadele ediyorlardı.

Güney Amerika ilericiliği tamamen farklı bir secereye sahiptir. Her anlamda neoliberalizmin çocuğudur. Yani, bugün üzerlerinde hiçbir devletin kontrolü bulunmayan mali sermaye ve çokuluslu şirketlerin büyük gücünün parçasıdır. İki tasarım arasındaki fark az değildir.

İktidarın tepesi, toplumu yönetmekten aciz bir devlet, ve eski sendika liderleri ile ortaklaşa yönetilen emeklilik fonlarında önemli bir ağırlığı olan güçlü sermayeler arasında paylaşıldı. Bu da bugün devletlerin, küresel pazarda en iyi koşullarda rekabet etme arayışındaki sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma süreçlerine destek vermelerine neden oluyor. Lula hükümeti, Brezilyalı şirketlerin büyük çokuluslu şirketlere dönüşmesi için koşullar yaratarak ve birleşmeleri destekleyerek bunu yapmaktadır.

İkinci olarak, ilericiler artık evrensel haklardan değil, aslında patronajın yeni formları olan para transferi temeli üzerinde inşa etmeyi amaçladıkları “katılım” ve “vatandaşlık”tan bahsediyorlar. Yatırımcıları korkutacağına inanılan herhangi bir yapısal reformdan vazgeçilirken, doğa istismarına dayalı ihracat modelinin gündelik olarak ortak zenginlikleri yağmalamasını ya da buna dayalı birikimini engellemeyecek ya da kısıtlamayacak şekilde çoğunluğun sefaletini dindiren kırıntılar sunmaktan ibaret.

Üçüncü olarak, üretken bir modele değil spekülatif mali-çıkarma modeline sahip olduğumuz için ne sosyal devlet ne de haklar vardır, ancak kenar mahallelerin askerileştirilmesi ve sadakacılık ile çözüm bulunan ezilenlerin giderek daha fazla dışlanması sorunu vardır.

Kısaca, kapitalizmin derinleştirilmesi, toplumun örgütsüzleştirilmesi, hareketlerin büyük kısmının ehlileştirilmesi ve dik kafalılar için baskı… Brezilyalı sosyolog ve Brezilya İşçi Partisi Kurucusu Luiz Werneck Vianna’nın mutlu açıklamasına (IHU Online, 21 Mart) göre bu, sermayenin dikeyleşmesini ve merkezileşmesini yönlendiren bir tür “merkezi istihbarat”a dönüştürülen devlet ve sermaye arasındaki yeni model bir ortaklıkla tamamlanmaktadır. Bildiğim kadarıyla Brezilya’da ilericiliğin gidişatı konusunda yoğun tartışmalar yapılmakta; Brezilya İşçi Partisi’nin kurucuları için beklenmedik politik bir darbe oldu çünkü belki de yeni Brezilya emperyalizminin liderliğine Lula kumanda edecek.

İlerici hükümetlerin ellerinden ve geleceğin beşinci küresel gücünün gölgesinde, yeni bir toplum modeli doğuyor, şimdiye kadar bildiklerimizden değişik, farklı Çin modeli gibi. Yine Brezilya İşçi Partisi kurucularından sosyolog Francisco de Oliveira bunu, sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma sürecinde oluşan bir sınıfın yükselişi ve çok geniş bir yoksul taban olarak tanımlıyor (IHU Online, 22 de marzo); bu yükselen sınıf kesinlikle klasik burjuvalar değiller yani sadece üretim araçlarının sahipleri olmayacaklar tersine birçoğu sendikalar ve soldan gelen yöneticilerden oluşan geniş bir ekip olacak. Bu yeniliklerin ilki. İkincisi, yoksulların da artık tüketime ulaşabilir olmalarıdır: cep telefonları, motosiklet ve bazen taksitle arabalara bile erişebilirler.

Ama, haklı ya da haksız, gücünü korumak için bileşenlerini kaybetmeyi engellemeye çalışan sosyal demokrasininkinin aksine, emeğin gücü gerilemektedir. Devlet, merkezi sermaye tarafından atandığında ve hareketler basit örgütlere dönüştüğünde, sivil toplum örgütlerini tekrarlamak/kopya etmek, sosyal mücadeleyi yeniden başlatmak kolay bir iş olmayacaktır. Çünkü, diğer nedenlerle birlikte, ilericilik ve onun aydınları, mücadelelerin her döngüsünü karekterize eden meydan okuma arzusunu, kolektif yaratıcılığı ve eleştiri ruhunu yok etmeye çalışıyorlar.

Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından çevrilmiştir.

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu