Makaleler

Emre Göllü ile “Temel Eğitim ve Bireysel Kalite”

EkopolTurk'ün değerli  yazarlarından Emre Göllü'nün temel eğitim ve bireysel kalite üzerine yazdığı makaleyi sizlerle paylaşıyoruz...

Emre Göllü ile;
“Temel Eğitim ve Bireysel Kalite”

ÖSS sınavının sonuçlarının açıklanmasının üzerinden bir hafta geçti, şimdi de tercih yapma koşturmacası başladı.

Kamuoyu, sonuçları tartışmaya devam ediyor.

Sonuçlara göre, bir milyon ikiyüz yirmi dokuz bin sekiz yüz (1.229.800) öğrenci, tercih yapma hakkını elde etti, bu da sınava giren toplam öğrenci sayısına oranlandığında % 92,89’luk başarı oranına tekabül ediyor. Görünüşte epey yüksek sayılabilecek bu oran, gerçek bir başarıyı yansıtıyor mu aslında? Sınavın değerlendirme yönteminde yükseltilen katsayılar ve üniversitelerde artırılan kontenjanların etkisiyle ortaya çıkan bu orana karşın, altyapı ve sistem bakımından henüz hazır olmayan üniversitelerin, karşılaşacakları bu talebe ve öğrencilerin öğrenime dair beklentilerine hangi etkililik ve kalite düzeyinde cevap verebilecekleri, en büyük soru işaretini oluşturuyor kanımca.

İstatistiki bir gösterge olarak kamuoyuna başarı şeklinde yansıyan bu oran bir tarafa dursun, önceki yazımda değindiğim, fen bilimleri testinin değerlendirmesinin gösterdiği vahim sonucun yanısıra üzerinde ciddiyetle ve etraflıca durulması gereken bir sonuç daha karşımıza çıkmıştı : Sınava giren otuz bin civarında öğrencinin aldığı puan “sıfır”dı.

Fen bilimlerini, sosyal bilimleri ve matematiği bir an için bir kenara bırakıp düşünürsek, bu otuzbin öğrenci, Türkçe testinde dahi herhangi bir soruyu doğru yanıtlayamamıştı. Yani okuduklarını anlayıp anlamadıkları şüphe uyandırıyordu. Durum böyleyse bu öğrenim düzeyine nasıl gelmişlerdi? Yine bir zincirleme soru dizisiyle ve bunun sonucunda bir kısır döngüyle karşı karşıya buluyoruz kendimizi. Bu kısır döngünün iki ana unsurunu, öğretim kalitesi ve öğrencinin bireysel kalitesi oluşturuyor.

Öğretim kalitesi üzerine

Öğretim kalitesi üzerine geçenlerde, akademik hayattaki idealist çalışmalarını ve öğrenci yetiştirmek için verdiği emekleri takdir ettiğim; öğrencilerinin bireysel yeteneklerini geliştirmek için çaba sarfeden, branşı spor yönetimi olan değerli bir dostumla sohbet ettik biraz. Kendisi, öğretim kalitesiyle birlikte kısır döngünün öğrencinin bireysel kalitesinden de kaynaklandığına dair çarpıcı bir örnek verdi. Yaptıkları sınavın bir sorusunda, kare bir alan hesabı geçiyormuş. “a” kenarının değeri soruda verilmişken, “Hocam, b kenarının değeri nedir?” sorusunu bazı öğrenciler yöneltmiş. Bu durumda ne cevap vereceklerini bilememişler. Doğrusu, bu örneği dinleyince bir an ben de ne söyleyeceğimi bilemedim.

Öğrencinin bireysel kalitesi denildiğinde asıl olarak, okuduğunu ve kendisine anlatılanı anlayabilme ve değerlendirebilme, muhakeme edebilme, bir konu hakkında fikir ve görüş oluşturabilme, bu fikir ve görüşleriyle kendini sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme, belli bir genel kültür ve bilgi düzeyine sahip olma, temel vatandaşlık bilincine sahip olma ve etrafına ve çevreye karşı saygılı ve duyarlı olma nitelikleri akla geliyor.

Öğrencilerin bu niteliklere sahip olmaması derken aslında “olmaması” mı yoksa “olamaması” mı ikileminin üzerinde durmakta fayda var, çünkü bana göre bu durum bizzat onların değil, öncelikle içinden geçtikleri temel eğitim sisteminin eksikliğinden ileri geliyor.

Temel eğitimimizin başladığı ilköğretim yıllarında bize öğretilen kilit noktalardan biri, öğretmenimizin adeta ağzının içine bakmak ve onun yazdırdıklarını defterimize güzelce yazmaktı. Bilirdik ki, yazılı sınav yaptığında ya da bizi sözlüye kaldırdığında deftere yazdırdıklarından gelecek sorular. Bu meşhur “Yaz oğlum/kızım!” ilkesi, ta ilköğretimden başlar ve üniversiteye kadar devam ederdi, hatta kendim bizzat yaşadığım şekilde üniversitede de görülürdü zaman zaman. Mühendislik eğitimi almış ve bu alanda akademik çalışma sahibi biri olarak şimdi düşünüyorum da, bir öğretim üyesinin ders anlatmak için kürsüye çıkıp, önündeki notları öğrencilerine adeta sekreterine not yazdıran yönetici gibi dikte etmesi gülünç ve bir o kadar da vahim geliyor. İşin ucu üniversitedeki öğretime kadar uzandıktan sonra varalım gerisini düşünelim.

Temel Eğitim Temel Kalıcı Bilgi içeriyor mu?

Temeli kalıcı bilgi ve yöntemlere dayanmayan eğitim sistemi, ezberciliğe dayanan mevcut düzeni içinde öğrencileri adeta köreltiyor. Öğrencilerin çoğunluğu, “Armut piş ağzıma düş” misali, bilginin kendilerine verilmesini ve kendilerine verilen bu bilginin dahilinde sınavdan geçirilip öğrenimlerine bu şekilde devam etmeyi bekliyorlar haliyle. Klasikleşmiş klişelerden biri olan ve ne acıdır ki üniversitede de karşılaşılan “Hoca nereden sorar?” sorusu, karşımıza çıkıp duruyor.

Çoğunluk, yöntem öğrenmeyi ve bilgisini artırmayı düşünmeyip sadece sınavdan geçer notu almak için sahip olması gereken bilgiye odaklanıyor ki, bir temeli olmayınca bu bilgi de sınavın ardından kısa sürede uçup gidiyor. Eğitim sistemi de belli uygulamalarla bu yaklaşımı adeta teşvik ediyor maalesef.

Somut bir örnek verecek olursak, ortaöğretimdeki tarih derslerinde savaşların yapıldığı yıllar ve kimler arasında yapıldıkları ezberletilir ve sınavda bunlar sorulurdu. Savaşların neden ve sonuçları irdelenmez, etkilerinin üzerinde durulmazdı. Böyle olunca da hiçkimse, olayların tarihsel gelişimi ve etkileşimleri arasında bağlantılar kuramazdı; ezberlenen tarih, yer, ülke ve kavim isimleri de belli bir zaman sonra uçup giderdi. Uçup giden bilgilere bağlı olarak bu şekilde süregelen ezberci ve sınava endeksli sistemin iflasının somut bir göstergesi, son ÖSS sınavının sonuçları olmuştur.

Sahte başarı oranları ortaya çıkarabilen ancak gerçek sonuçları son derece vahim olan, test tekniğinde başarıya dayalı bu ezberci sistemden ivedilikle vazgeçilmelidir. Eğitim sisteminde, ilköğretimden başlayarak, öğrencilere temel bilgileri, bilgiyi edinme ve artırma yöntemlerini öğretecek, onların bireysel kalitesini geliştirecek ve sahip oldukları farklı yetkinlikleri ortaya çıkaracak yeni bir yapılanmaya şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Az sayıdaki özel okulda sınırlı olarak uygulanan, öğrencilerin farklı algısal özelliklerini saptayarak, temel bilgi ve yöntemleri onlara bu özelliklerine uygun şekilde aktaran, aynı zamanda onların bireysel kalitelerini geliştirmeyi esas alarak farklı yetkinliklerine odaklanan eğitim yönteminin bir sistem halinde ilköğretim ve ortaöğretimde planlı şekilde yaygınlaştırılması gereklidir.

Ne Olması Gerekiyor?

Aksi halde, yani mevcut ezberci ve sınava endeksli sistemin devamı durumunda, kalitesi gelişemeyen bireylerin çoğunlukta olduğu toplumumuzun gelişmesi mümkün olmayacaktır. Yıllardır “gelişmekte olan ülke” olarak nitelendirilip bir türlü “gelişmiş ülke” halini alamayan ülkemiz de bu müzmin niteliğine sahip olmaktan öteye gidemeyecektir. Toplumsal duyarlılık ve sorumluluk sahibi herkesin şapkayı önüne koyup, eğitim sisteminin yeni yapılanması için fikir ve düşünce üretmesi, mevcut durumda kaçınılmaz bir gerekliliktir.

“Temel Egitim ve Bireysel Kalite” adlı yazıyı yazan Emre Göllü’ye teşekkür ediyoruz.

22 Temmuz 2009

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu