DünyaMakaleler

Eric Walberg:Uygur Afgan’a karşı

Eric Walberg, Çin’in Urumçi’yi gittikçe sömürgeleştirmesinin Afganistan’daki ABD kıyımı yüzünden bir piknik gibi gözükmesinden yakınıyor.

 

Urumçi’de geçen hafta yüz seksen kişinin ölümüyle sonuçlanan ayaklanmalar, geçen yıl Tibet’teki benzer protestoları anımsatıyor; gerçi o zaman on dokuz kişi öldürülmüştü. Çin Olimpiyatları sırasında Uygur ve Tibetli sürgünlerin yaptıkları gösterilerin pek az etkisi olmuştu. Han Çin’in kalbinden çok uzak olan her iki bölgenin yönetimleri de komünistlerin elindeydi; her iki bölge de gerek stratejik açıdan gerek mineral zenginlik depoları olarak yeni kapitalist Çin’in doymak bilmez iştahını beslemek açısından önem taşıyor. Bu bölgeler bize eski moda sömürgeciliğin hala sağ ve sıhhatte olduğunu hatırlatıyorlar. Ne Uygurlar ne de Tibetliler herhangi bir bağımsızlık umudu taşısalar da, haklı olarak Han’ın daha az açgözlü ve saldırgan olmasını isterlerdi.

Tıpkı Tibet’te olduğu gibi Uygur bölgesi de, Han göçmenlerinin akın ettiği bir yer ve sorun yerel kültürün topluca yok edilmesi. Şu an nüfusun yüzde ellisinden çoğunu (Urumçi ve Kaşgar gibi büyük kentlerde ise yüzde yetmişini) oluşturan Han Çinlilerinin yakın zamandaki kitlesel akını Uygurları kendi ana yurtlarında azınlık konumuna indirgiyor. Çincede buraya kaygı verici bir biçimde “Sincan” (Yeni Sınır) deniyor. Buranın geleneksel adı olan “Doğu Türkistan”ın kullanımı ise, mavi ay-yıldızlı Uygur bayrağıyla birlikte yasa dışı ilan edilmiş durumda. Bölgede etnik Han Çinlileri hemen tüm büyük ticari işlere egemen durumdalar. Uygurların hepsi Çince öğrenmek zorunda ve çok azı üniversiteye gitme hayali kurabiliyor.

Kürtler gibi Uygurların da resmi bir devletleri yok sadece Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Batı’da geniş diaspora topluluklarının yanı sıra içi boş bir özerk bölgeleri var. Toplam dünya çapındaki nüfusları 8–10 milyon. Pekin ve Şangay’da Uygur mahalleleri var. Geçmişlerinde Çin İmparatorluğu’na meydan okumak üzere Altay Dağları’ndan çıkmış ve sekizinci yüzyılda Hazar Denizi’nden Mançurya’ya dek uzanan kendi imparatorluklarını kurmuş olan tuhaf bir göçebe kabilenin öyküsü yatar. İpek Yolu üzerindeki stratejik konumları nedeniyle ticarette geliştiler. Ancak on yedinci yüzyılda, 1864’te çok sayıdaki isyandan, Qing (Mançurya) yetkililerini defettikten ve Osmanlı İmparatorluğu’nun, Rusya’nın ve başkent Kaşgar’da elçiliği bulunan Büyük Britanya’nın tanıdığı bağımsız Kaşgarya krallığını kurduktan sonra Han egemenliği altına girdiler. İngiliz desteği her zamanki gibi sömürgeci tasarılara dayanıyordu ve Büyük Britanya, 1876’da Çinliler saldırınca Çarçı genişlemeden korkarak Mançu istila güçlerini destekledi. İngilizler (affedersiniz, Mançular) “kazandı” ve Doğu Türkistan Sincan oldu.

Sovyetler 1921’de Devrimci Uygur Birliği’ni kurdular ancak 1926’da Stalin dünya devrimi düşünü terk edince bu örgütü dağıttılar. Uygur bağımsızlık eylemcileri yılmayarak, 1933’te ve daha sonra 1944’te ayaklanmalar düzenlediler. Doğu Türkistanlı devrimciler 1949’da Mao’nun Çin Halk Cumhuriyet içinde bir konfederasyon oluşturmayı kabul ettiler; ama koşulları görüşmek üzere Pekin’e doğru yol alırken Çin’e ait uçağın yere çakılmasıyla birlikte tüm liderleri öldü. Çin ordusu şu an Sincan Uygur Özerk Bölgesi olan yeri hemen işgal etti. Bir on yıl sonra Tibetlilere olduğu gibi Doğu Türkistan Cumhuriyet’i yandaşları da sürgüne gitti.

1990’larda Irak, İran, Çin ve Rusya gibi ülkelerden gelme hoşnutsuz mültecileri kargaşa çıkarıp bağımsızlık isteyen jeopolitik maşalar olarak kullanmaktan mutluluk duyan Batı’da yerleşik olan sürgünler ve Batılı yönetimler tarafından desteklenen ayaklanmalar ortaya çıktı. Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi (The World Uighur Congress – WUC) ve Uygur Amerikan Derneği (Uighur American Association) ABD yönetimi destekli Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy) ile etle tırnak gibi çalışıyor.

Uygurların ve Tibetlilerin Çinlilerin saygı duyup büyük Çin içinde beslemeleri gereken eski ve özgün birer kültürleri vardır. Ancak bağımsızlık savaşının desteklenmesi, sinik bir jeopolitik satranç oyununun parçası ve bu oyun Uygurların durumunu yalnızca daha da kötüleştiriyor. Bu durum Britanya’nın on dokuzuncu yüzyıldaki planlarını hatırlatıyor. O zaman Britanya Uygurlar’ı desteklemiş olsaydı, bugün büyük olasılıkla bir Uyguristan var olacaktı. Bunun yerine Urumçi’deki ve Kaşgar’daki Eski Kent’te yıkım sürüyor. Buralar çok yakında Uygurların giyinip kuşanıp Han turistlere plastik, hediyelik eşyalar satacakları bir tema parkı haline gelecek. Klasik sömürgecilik.

Bununla birlikte Çin sömürgeciliği –Geldim, gördüm, yendim- yanı başındaki Afganistan’daki ABD/İngiliz türeviyle –Geldik; özgürlük adına yıkıp cinayet işliyoruz- karşılaştırıldığında sönük kalıyor. Batılı medyanın ABD’nin Irak ve Afganistan’daki yeni-sömürgeci girişimlerini kölece selamlarken, Çin’in kirli çamaşırlarını göz önüne sermekten haz duyması sinir bozucu bir durum. Uygurlar ayaklandığı sırada insansız ABD uçakları yüzlerce masum Afgan ve Pakistanlıyı katlediyor ve Obama, Çin’in Doğu Türkistan’a kibirli tecavüzünün özverili bir cömertlik edimi gibi görünmesini sağlayacak bir görev duygusuyla Afganistan’a binlerce asker daha gönderiyordu.

Afganlar 20 Ağustos’ta hem Afganlar hem de Amerikalılarca nefret edilen Hamid Karzai’yi “seçmeye” hazırlanırken, Afganistan’daki devasa yeni üsler ve doksan bin askerle birlikte, iki tarafın da ölü sayısı fırlıyor. Ülkedeki NATO güçlerinin yeni kumandanı General Stanley McChrystal’a göre yeni ABD stratejisi, McChrystal ölümlerin “ödenmeye değer bir maliyet” olduğuna dair bize güvence verse de, sivil kayıpları azaltmak üzere tasarlandı.

Buna karşın sivil ölümler artıyor. Geçen hafta merkezî Gazne kentinde bir hava saldırısında yirmi iki Afgan öldürüldü. Suç sınır tanımıyor; komşu Güney Veziristan’da yalnızca geçen hafta, ABD füze saldırısı ile on altı kişinin öldürülmesinden birkaç gün sonra, insansız ABD uçakları elli dokuz “militanı” öldürdü. Hava saldırılarının militanları hedeflediği bildirilse de Pakistan’daki medya, bunların yalnız altıda birinin ülkedeki Talibancıları hedeflediğini söylüyor. Geçtiğimiz yıl çoğu sivil, beş yüzden çok Pakistanlı ABD’nin insansız uçak saldırılarında öldürüldü. Her durumda sivil ve militan terimleri anlamsızlaşıyor çünkü çoğu sözde militanlar gâvur işgalciye karşı savaşan ve bunun için gerçekte her hakka sahip olan, yerli çocuklar. Onlara direniş kahramanları ya da şehitleri demek daha doğru olur. Onların ölümü de en az kadınların ve küçük kız çocuklarınınki kadar suç.

Yeni stratejisiyle McChrystal’in çocukları da sinekler gibi düşüp ölüyor. 2007 Haziran’ındaki yirmi dört saldırıya karşılık bu Haziran’daki seksen iki Taliban saldırısında yirmi üç asker yok oldu. 6 Haziran’da bir günde, Amerikalı yedi askerin yok olmasıyla işgalden bu yana en yüksek sivil kayıp oranı kaydedildi. 2001’den bu yana olan İngiliz ölümleri geçen hafta yirmi dört saatte sekiz İngiliz askerinin öldürülmesiyle yeni ABD rekorunu kırarak yüz seksen dörde çıktı. Buna karşılık Irak’taki altı yıllık askeri kampanya sırasında yüz yetmiş dokuz İngiliz öldü.

Emekli ve bu yüzden güçsüz olsa da sağduyulu birkaç ses var. İngiliz emekli hukukçu Lord Bingham insansız uçakları “insani hoşgörü sınırının ötesinde acımasız” olarak niteliyor ve ona göre bunlar, parça tesirli bomba ve kara mayınları ile birlikte yasa dışı ilan edilmeli. Ancak şimdiki Batılı “liderlik”, Bush savaşlarının ardında sıkıca duruyor. Obama hangi iyi niyetlere sahip olursa olsun gerçekte kıyım onun iktidarında tırmanıyor.

Bugünlerde Çin ve ABD’yi birleştiren şey, sırasıyla kendi suçlarını nasıl El Kaide ve Usama bin Ladin’i suçlayarak gerekçelendirdikleri. Ki bin Ladin de daha önceki komünizm karşıtı evresinde ABD’nin kendi yarattığı ve birçok yorumcuya göre bugün hala ABD’nin kapalı operasyonlarının bir uzantısı olan bir umacı. Guantamano’daki Uygur ‘teröristler’ en sonunda salıverildiler, ama Çin hala onların bin Ladin’in hayranları olduklarında ısrar ederek onları geri istiyor.

Ayrılıkçıların desteklenmesinin ve bin Ladin benzerlerinin yaratılmasının her ikisi de, düşmanı çökertmek için içeri sızma şeklindeki çok eski bir taktiğin örnekleri. Bin Ladin Batı ile işbirliği içerisinde olmakla suçlanan tek terörist değil. Pakistanlı Taliban lideri Meshud’un eski yoldaşı Qari Zainuddin, Meshud’un camileri ve okulları havaya uçurma politikasını eleştirerek onu Amerika ve Mossad ajanı olmakla suçladı. Geçen hafta suikasta uğramadan önce “Bu insanlar İslam’ın zararına çalışıyorlar,” dedi. Mehsud ileri teknoloji silahlarını nereden sağlıyor?Son bulmayan Afganistan işkencesi, Obama’nın Moskova’daki başarılı zirvesinin ortaya koyduğu gibi, Avrupa ve Rusya’yı yakınlaştırdığı ölçüde ABD için çok yararlı. İlk olarak, kimi engellere karşın Orta Asya’nın tümü ve Rusya, 2001’den sonra Amerika’nın “Sürekli Özgürlük Harekâtı”nın esiri olmuşlardı. Obama’nın yönetiminde işler rayına girdi. Şimdi artık izolasyonist Türkmenistan bile ABD ordusunun hava üslerini kullanmasına izin verdi. Kırgızistan da Manas havalimanını ABD’ye daha yeni kiraladı ve ABD’nin Afganistan üzerinden köşeyi dönme trenine yeniden atladı.Tüm bunlar bu kez Rusya’ya karşı olmak yerine onu yükselen dinamo Çin’i kuşatacak olan uzun dönemli bir stratejinin parçası olarak kullanan yeni bir Büyük Oyunun parçası mı? Çinliler Dünya Uygur Kongresi’ndeki son karışıklık için Vaşington’da yerleşik olan Rabiya Kader’i ve internette ayaklanmaları kışkırtmak ve örgütlemek üzere yayılan söylentileri işaret ediyorlar. Başkan George W. Bush, Kader’i “özgürlük meleği” olarak bir kereden çok övdü. Özgürlük davasını desteklemekteki iddiaları her ne olursa olsun ABD, yerleşik yabancıları karmaşa çıkarmaları ve Çin’in dengesini bozmaları için açıkça yönlendiriyor. Bu Irak ve İran örneklerinde açıkça yapıldı ve yapılıyor. Yalnız daha çok baskı umabilecek zavallı Uygurların durumunda ise bu kesin olarak geri tepecek. Uygur kültürü ve insan haklarını korumak adına ve özellikle Kaşgar’ın Eski Kent’inin yıkımıyla ilgili her türlü içten girişim, diyelim ki UNESCO tarafından yürütülmelidir, el altından iç savaşı tetiklemek için değil. Uygurların kötü durumunu kolaylaştıracak en iyi senaryo elbette ABD’nin barışı güçlendirmeye yönelik bir politika izlemesi ve öteki ulusları tehdit etmekten ve onlar için darbe planları yapmaktan vazgeçmesi olurdu. Ne yazık ki işler böyle değil.Belki de Çinliler ve Ruslar, düşmanlarını ki bu durumda Amerikalılar ve Taliban, birbirine kırdırma biçimindeki çok eski stratejiye uygun olarak ABD’nin Orta Asya’ya burnunu sokmasını hoş görüyorlardır. ABD bu kırdırma stratejisini 1930’larda Avrupa’da faşist ve komünistlerin birbiriyle savaşmasını destekleyecek şekilde kullandı. Truman’ın ünlü sözünü anımsayın: “Eğer Almanya’nın kazanacağını görürsek Rusya’ya, Rusya’nın kazanacağını görürsek de Almanya’ya yardım etmeliyiz ki birbirlerini olabildiğince çok öldürsünler; Hitler’i ise hiçbir koşulda zafer kazanmış olarak görmek istemem.” Bugün aynı strateji Amerikalılara karşı da pekâlâ kullanılabilir.
Eric Walberg, Çin’in Urumçi’yi gittikçe sömürgeleştirmesinin Afganistan’daki ABD kıyımı yüzünden bir piknik gibi gözükmesinden yakınıyor.

Urumçi’de geçen hafta yüz seksen kişinin ölümüyle sonuçlanan ayaklanmalar, geçen yıl Tibet’teki benzer protestoları anımsatıyor; gerçi o zaman on dokuz kişi öldürülmüştü. Çin Olimpiyatları sırasında Uygur ve Tibetli sürgünlerin yaptıkları gösterilerin pek az etkisi olmuştu. Han Çin’in kalbinden çok uzak olan her iki bölgenin yönetimleri de komünistlerin elindeydi; her iki bölge de gerek stratejik açıdan gerek mineral zenginlik depoları olarak yeni kapitalist Çin’in doymak bilmez iştahını beslemek açısından önem taşıyor. Bu bölgeler bize eski moda sömürgeciliğin hala sağ ve sıhhatte olduğunu hatırlatıyorlar. Ne Uygurlar ne de Tibetliler herhangi bir bağımsızlık umudu taşısalar da, haklı olarak Han’ın daha az açgözlü ve saldırgan olmasını isterlerdi.

Tıpkı Tibet’te olduğu gibi Uygur bölgesi de, Han göçmenlerinin akın ettiği bir yer ve sorun yerel kültürün topluca yok edilmesi. Şu an nüfusun yüzde ellisinden çoğunu (Urumçi ve Kaşgar gibi büyük kentlerde ise yüzde yetmişini) oluşturan Han Çinlilerinin yakın zamandaki kitlesel akını Uygurları kendi ana yurtlarında azınlık konumuna indirgiyor. Çincede buraya kaygı verici bir biçimde “Sincan” (Yeni Sınır) deniyor. Buranın geleneksel adı olan “Doğu Türkistan”ın kullanımı ise, mavi ay-yıldızlı Uygur bayrağıyla birlikte yasa dışı ilan edilmiş durumda. Bölgede etnik Han Çinlileri hemen tüm büyük ticari işlere egemen durumdalar. Uygurların hepsi Çince öğrenmek zorunda ve çok azı üniversiteye gitme hayali kurabiliyor.

Kürtler gibi Uygurların da resmi bir devletleri yok sadece Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Batı’da geniş diaspora topluluklarının yanı sıra içi boş bir özerk bölgeleri var. Toplam dünya çapındaki nüfusları 8–10 milyon. Pekin ve Şangay’da Uygur mahalleleri var. Geçmişlerinde Çin İmparatorluğu’na meydan okumak üzere Altay Dağları’ndan çıkmış ve sekizinci yüzyılda Hazar Denizi’nden Mançurya’ya dek uzanan kendi imparatorluklarını kurmuş olan tuhaf bir göçebe kabilenin öyküsü yatar. İpek Yolu üzerindeki stratejik konumları nedeniyle ticarette geliştiler. Ancak on yedinci yüzyılda, 1864’te çok sayıdaki isyandan, Qing (Mançurya) yetkililerini defettikten ve Osmanlı İmparatorluğu’nun, Rusya’nın ve başkent Kaşgar’da elçiliği bulunan Büyük Britanya’nın tanıdığı bağımsız Kaşgarya krallığını kurduktan sonra Han egemenliği altına girdiler. İngiliz desteği her zamanki gibi sömürgeci tasarılara dayanıyordu ve Büyük Britanya, 1876’da Çinliler saldırınca Çarçı genişlemeden korkarak Mançu istila güçlerini destekledi. İngilizler (affedersiniz, Mançular) “kazandı” ve Doğu Türkistan Sincan oldu.

Sovyetler 1921 Devrimci Uygur Birliği’ni de kurdular ancak 1926’da Stalin dünya devrimi düşünü terk edince bu örgütü dağıttılar. Uygur bağımsızlık eylemcileri yılmayarak, 1933’te ve daha sonra 1944’te ayaklanmalar düzenlediler. Doğu Türkistanlı devrimciler 1949’da Mao’nun Çin Halk Cumhuriyet içinde bir konfederasyon oluşturmayı kabul ettiler; ama koşulları görüşmek üzere Pekin’e doğru yol alırken Çin’e ait uçağın yere çakılmasıyla birlikte tüm liderleri öldü. Çin ordusu şu an Sincan Uygur Özerk Bölgesi olan yeri hemen işgal etti. Bir on yıl sonra Tibetlilere olduğu gibi Doğu Türkistan Cumhuriyet’i yandaşları da sürgüne gitti.

1990’larda Irak, İran, Çin ve Rusya gibi ülkelerden gelme hoşnutsuz mültecileri kargaşa çıkarıp bağımsızlık isteyen jeopolitik maşalar olarak kullanmaktan mutluluk duyan Batı’da yerleşik olan sürgünler ve Batılı yönetimler tarafından desteklenen ayaklanmalar ortaya çıktı. Münih merkezli Dünya Uygur Kongresi (The World Uighur Congress – WUC) ve Uygur Amerikan Derneği (Uighur American Association) ABD yönetimi destekli Ulusal Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy) ile etle tırnak gibi çalışıyor.

Uygurların ve Tibetlilerin Çinlilerin saygı duyup büyük Çin içinde beslemeleri gereken eski ve özgün birer kültürleri vardır. Ancak bağımsızlık savaşının desteklenmesi, sinik bir jeopolitik satranç oyununun parçası ve bu oyun Uygurların durumunu yalnızca daha da kötüleştiriyor. Bu durum Britanya’nın on dokuzuncu yüzyıldaki planlarını hatırlatıyor. O zaman Britanya Uygurlar’ı desteklemiş olsaydı, bugün büyük olasılıkla bir Uyguristan var olacaktı. Bunun yerine Urumçi’deki ve Kaşgar’daki Eski Kent’te yıkım sürüyor. Buralar çok yakında Uygurların giyinip kuşanıp Han turistlere plastik, hediyelik eşyalar satacakları bir tema parkı haline gelecek. Klasik sömürgecilik.

Bununla birlikte Çin sömürgeciliği –Geldim, gördüm, yendim- yanı başındaki Afganistan’daki ABD/İngiliz türeviyle –Geldik; özgürlük adına yıkıp cinayet işliyoruz- karşılaştırıldığında sönük kalıyor. Batılı medyanın ABD’nin Irak ve Afganistan’daki yeni-sömürgeci girişimlerini kölece selamlarken, Çin’in kirli çamaşırlarını göz önüne sermekten haz duyması sinir bozucu bir durum. Uygurlar ayaklandığı sırada insansız ABD uçakları yüzlerce masum Afgan ve Pakistanlıyı katlediyor ve Obama, Çin’in Doğu Türkistan’a kibirli tecavüzünün özverili bir cömertlik edimi gibi görünmesini sağlayacak bir görev duygusuyla Afganistan’a binlerce asker daha gönderiyordu.

Afganlar 20 Ağustos’ta hem Afganlar hem de Amerikalılarca nefret edilen Hamid Karzai’yi “seçmeye” hazırlanırken, Afganistan’daki devasa yeni üsler ve doksan bin askerle birlikte, iki tarafın da ölü sayısı fırlıyor. Ülkedeki NATO güçlerinin yeni kumandanı General Stanley McChrystal’a göre yeni ABD stratejisi, McChrystal ölümlerin “ödenmeye değer bir maliyet” olduğuna dair bize güvence verse de, sivil kayıpları azaltmak üzere tasarlandı.

Buna karşın sivil ölümler artıyor. Geçen hafta merkezî Gazne kentinde bir hava saldırısında yirmi iki Afgan öldürüldü. Suç sınır tanımıyor; komşu Güney Veziristan’da yalnızca geçen hafta, ABD füze saldırısı ile on altı kişinin öldürülmesinden birkaç gün sonra, insansız ABD uçakları elli dokuz “militanı” öldürdü. Hava saldırılarının militanları hedeflediği bildirilse de Pakistan’daki medya, bunların yalnız altıda birinin ülkedeki Talibancıları hedeflediğini söylüyor. Geçtiğimiz yıl çoğu sivil, beş yüzden çok Pakistanlı ABD’nin insansız uçak saldırılarında öldürüldü. Her durumda sivil ve militan terimleri anlamsızlaşıyor çünkü çoğu sözde militanlar gâvur işgalciye karşı savaşan ve bunun için gerçekte her hakka sahip olan, yerli çocuklar. Onlara direniş kahramanları ya da şehitleri demek daha doğru olur. Onların ölümü de en az kadınların ve küçük kız çocuklarınınki kadar suç.

Yeni stratejisiyle McChrystal’in çocukları da sinekler gibi düşüp ölüyor. 2007 Haziran’ındaki yirmi dört saldırıya karşılık bu Haziran’daki seksen iki Taliban saldırısında yirmi üç asker yok oldu. 6 Haziran’da bir günde, Amerikalı yedi askerin yok olmasıyla işgalden bu yana en yüksek sivil kayıp oranı kaydedildi. 2001’den bu yana olan İngiliz ölümleri geçen hafta yirmi dört saatte sekiz İngiliz askerinin öldürülmesiyle yeni ABD rekorunu kırarak yüz seksen dörde çıktı. Buna karşılık Irak’taki altı yıllık askeri kampanya sırasında yüz yetmiş dokuz İngiliz öldü.

Emekli ve bu yüzden güçsüz olsa da sağduyulu birkaç ses var. İngiliz emekli hukukçu Lord Bingham insansız uçakları “insani hoşgörü sınırının ötesinde acımasız” olarak niteliyor ve ona göre bunlar, parça tesirli bomba ve kara mayınları ile birlikte yasa dışı ilan edilmeli. Ancak şimdiki Batılı “liderlik”, Bush savaşlarının ardında sıkıca duruyor. Obama hangi iyi niyetlere sahip olursa olsun gerçekte kıyım onun iktidarında tırmanıyor.

Bugünlerde Çin ve ABD’yi birleştiren şey, sırasıyla kendi suçlarını nasıl El Kaide ve Usama bin Ladin’i suçlayarak gerekçelendirdikleri. Ki bin Ladin de daha önceki komünizm karşıtı evresinde ABD’nin kendi yarattığı ve birçok yorumcuya göre bugün hala ABD’nin kapalı operasyonlarının bir uzantısı olan bir umacı. Guantamano’daki Uygur ‘teröristler’ en sonunda salıverildiler, ama Çin hala onların bin Ladin’in hayranları olduklarında ısrar ederek onları geri istiyor.

Ayrılıkçıların desteklenmesinin ve bin Ladin benzerlerinin yaratılmasının her ikisi de, düşmanı çökertmek için içeri sızma şeklindeki çok eski bir taktiğin örnekleri. Bin Ladin Batı ile işbirliği içerisinde olmakla suçlanan tek terörist değil. Pakistanlı Taliban lideri Meshud’un eski yoldaşı Qari Zainuddin, Meshud’un camileri ve okulları havaya uçurma politikasını eleştirerek onu Amerika ve Mossad ajanı olmakla suçladı. Geçen hafta suikasta uğramadan önce “Bu insanlar İslam’ın zararına çalışıyorlar,” dedi. Mehsud ileri teknoloji silahlarını nereden sağlıyor?

Son bulmayan Afganistan işkencesi, Obama’nın Moskova’daki başarılı zirvesinin ortaya koyduğu gibi, Avrupa ve Rusya’yı yakınlaştırdığı ölçüde ABD için çok yararlı. İlk olarak, kimi engellere karşın Orta Asya’nın tümü ve Rusya, 2001’den sonra Amerika’nın “Sürekli Özgürlük Harekâtı”nın esiri olmuşlardı. Obama’nın yönetiminde işler rayına girdi. Şimdi artık izolasyonist Türkmenistan bile ABD ordusunun hava üslerini kullanmasına izin verdi. Kırgızistan da Manas havalimanını ABD’ye daha yeni kiraladı ve ABD’nin Afganistan üzerinden köşeyi dönme trenine yeniden atladı.

Tüm bunlar bu kez Rusya’ya karşı olmak yerine onu yükselen dinamo Çin’i kuşatacak olan uzun dönemli bir stratejinin parçası olarak kullanan yeni bir Büyük Oyunun parçası mı? Çinliler Dünya Uygur Kongresi’ndeki son karışıklık için Vaşington’da yerleşik olan Rabiya Kader’i ve internette ayaklanmaları kışkırtmak ve örgütlemek üzere yayılan söylentileri işaret ediyorlar. Başkan George W. Bush, Kader’i “özgürlük meleği” olarak bir kereden çok övdü. Özgürlük davasını desteklemekteki iddiaları her ne olursa olsun ABD, yerleşik yabancıları karmaşa çıkarmaları ve Çin’in dengesini bozmaları için açıkça yönlendiriyor. Bu Irak ve İran örneklerinde açıkça yapıldı ve yapılıyor. Yalnız daha çok baskı umabilecek zavallı Uygurların durumunda ise bu kesin olarak geri tepecek. Uygur kültürü ve insan haklarını korumak adına ve özellikle Kaşgar’ın Eski Kent’inin yıkımıyla ilgili her türlü içten girişim, diyelim ki UNESCO tarafından yürütülmelidir, el altından iç savaşı tetiklemek için değil. Uygurların kötü durumunu kolaylaştıracak en iyi senaryo elbette ABD’nin barışı güçlendirmeye yönelik bir politika izlemesi ve öteki ulusları tehdit etmekten ve onlar için darbe planları yapmaktan vazgeçmesi olurdu. Ne yazık ki işler böyle değil.

Belki de Çinliler ve Ruslar, düşmanlarını ki bu durumda Amerikalılar ve Taliban, birbirine kırdırma biçimindeki çok eski stratejiye uygun olarak ABD’nin Orta Asya’ya burnunu sokmasını hoş görüyorlardır. ABD bu kırdırma stratejisini 1930’larda Avrupa’da faşist ve komünistlerin birbiriyle savaşmasını destekleyecek şekilde kullandı. Truman’ın ünlü sözünü anımsayın: “Eğer Almanya’nın kazanacağını görürsek Rusya’ya, Rusya’nın kazanacağını görürsek de Almanya’ya yardım etmeliyiz ki birbirlerini olabildiğince çok öldürsünler; Hitler’i ise hiçbir koşulda zafer kazanmış olarak görmek istemem.” Bugün aynı strateji Amerikalılara karşı da pekâlâ kullanılabilir.

Al-Ahram Weekly için yazan Eric Walberg’in ‘Uygur Afgan’a karşı’ adlı makalesi Meriç Kırmızı tarafından çevrilmiştir.

19 Temmuz 2009

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu